Kundaktan, hatta ana rahminden beri genlerime kazınmış bir sevdanın uğruna önceki gün Dolmabahçe’de maça gittim. Hem o mübarek mabedin havasını kimbilir kaçıncı kez solumak için, hem de belki galip geliriz de hayatıma bir minik (ama kıymetli ve derin) mutluluk damlası düşer ve cumartesi gecem şenlenir diye.
Kundaktan, hatta ana rahminden beri genlerime kazınmış bir sevdanın uğruna önceki gün Dolmabahçe’de maça gittim. Hem o mübarek mabedin havasını kimbilir kaçıncı kez solumak için, hem de belki galip geliriz de hayatıma bir minik (ama kıymetli ve derin) mutluluk damlası düşer ve cumartesi gecem şenlenir diye.
Sonunda skor levhasında yazan 2-0’lık sonuca bakarak mutlu ayrıldık mabetten. Ama, yine de yüreğimin şu lanet olası siyasete mütemayil ve felsefi yanıma bir sancı düştü.
Basın Tribünü’nün hemen üzerindeki Mustafa Kemal’in resmine baktım. “Ben sporcunun zeki, çevik ve ....……” diyen Yüce Önder’in resmine. Ve utandım.
Yıllarca “Bu forma kutsaldır, nasip olmaz herkese…” diyen bizim tribünün “emek hırsızı” diye niteledikleri bir topçu vardır. Babası da bizim takımın eski emektarlarından olan o çocuğu yıllar sonra burada yeniden ilk kez izleyecektim. En önemlisi de, taraftarın tepkisini merak ediyordum.
Bir de ne göreyim? Bağırlarına bastılar emek hırsızını. Tribüne çağ...
Devamını okumak için tıklayın